Pandemi mi? Yoksa Korku Salgını mı?

Ülkece hatta dünya olarak zor günlerden geçiyoruz. Koronavirüs diğer adıyla covid-19 tüm dünyada yayılmaya devam ediyor. Bir yanda televizyonlarda özellikle yurt dışından gelen haber ve görüntülerle sarsılırken, bir yanda uzun süredir evde izole bir şekilde yaşıyor olmanın verdiği bunalım herkesi etkiliyor. Sosyal medyada dolaşan birçoğu asılsız haber ve görüntüler de cabası.

Biyolojik olarak etkilenmesek de sürekli olarak bir tehdit altında oluşumuz, hayat standartlarımızın değişmesi ve sürecin belirsizliği bizi psikolojik olarak da etkilemeye başladı. Virüsten daha çok korku salgını herkesi etkilemiş durumda.

Korku salgınının semptomları ise koronavirüsten çok daha uzun vadeli bir iyileşme süreciyle geçecek gibi duruyor. Sürekli panik ve endişe hali, öfke, uykusuzluk, kontrolü kaybetmişlik hissi, konsantrasyonda güçlük, sosyal yalnızlaşma, takıntılı el yıkama davranışları gibi durumlar şu aralar en sık karşılaşılan semptomları işte bu salgının.

Korku salgınından korunmanın yolları aslında birkaç temel noktaya dayanıyor.

Sadece resmi açıklamalardan bilgi edinin.

Duyduğunuz ve gördüğünüz kaynağı belirli olmayan veriler yerine, güvenilir bilgi kaynaklarına dikkat edin. Sosyal medya bu noktada tam bir kaos ortamı. Sağlık Bakanlığı verilerinin en doğrusu olduğunu hatırlayın. Bununla beraber kendinizi gündemden soyutlamak da zihninizdeki kaygı ve korkuyu artıracaktır. Sadece bilmeniz gerektiği kadarını bilin. Ne fazlasını ne de azını.

Bilimsel korunma yöntemlerine ve açıklamalara güvenin.

Bu süreçte kişisel temizliğin ne kadar önemli olduğu yeterince vurgulanmakta. Bu noktalara dikkat edildiğinde korunduğunuzdan emin olabilirsiniz. Örneğin defalarca el yıkamak hatta yıkadıktan sonra bir de kolonya sürmek size faydadan çok fizyolojik olarak zarar verir. Laptopunuzu ve oturduğunuz masayı her saat başı silmenizin hiçbir anlamı yoktur. Tabi eğer üzerine öksürmediyseniz 🙂

Zihninizdeki varsayımsal düşüncelere dikkat edin.

Özellikle haberleri izledikten sonra kendinizi dinliyor musunuz? Üstelik boğaz ağrısı da mı hissetmeye başladınız. Muhtemelen NOSEBO etkisindesiniz yani PLASEBO nun kötü kardeşi 🙂 Zihninizdeki OOF lara yani Olumsuz Otomatik Fikirlere dikkat edin. Eğer bir mahkemede olsaydınız bu fikirlerinizi hakime nasıl ispatlardınız? Elinizdeki somut deliller neler? Olumsuz hislerinizi eğer ispatlayamıyorsanız dava düşer.

Dünya artık farklı bir döneme giriyor ama bizi nelerin beklediğini henüz bilmiyoruz. Herkes gerek virüsün gidişatı gerekse virüsten sonrası için farklı senaryolar ve fikirler üretiyor. Ben bu durumla ilgili sizinle bir hikayeyi paylaşmak istiyorum.

Köyün birinde yaşlı ve çok fakir bir adam varmış. Ama öyle güzel beyaz bir atı varmış ki böyle bir atı hiç kimse ne görmüş ne duymuş. Tamamen lekesiz, pırıl pırıl, güçlü, yağız bir atmış. Ülkenin kralı bir gün bu ata talip olmuş.  Kral at için ihtiyara hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış. “Bu at, bir at bir mülk değil benim için. Bir dost. İnsan dostunu satar mı?” demiş. Köylüler ısrar etmişler ama ikna edememişler. “Sen de hiç akıl yok! Fakirlik içinde ölüp gideceksin.” demişler. İhtiyar “Karar vermek için acele etmeyin. Sadece atı satmadı deyin. Çünkü gerçek bu. Geri kalanı sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar.” demiş.

Bir sabah ihtiyar uyanmış ahıra bakmış ki at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış. “Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler. İhtiyar “Karar vermek için acele etmeyin” demiş. “Sadece at kayıp deyin. Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz.”

Aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş… Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki bir düzine vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler. “İhtiyar sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için. Şimdi bir at sürün var.” “Karar vermek için yine acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar. “Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz.”

Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler yine gelmişler ihtiyara… “Bir kez daha haklı çıktın” demişler. “Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler. “O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar… Ama acaba ne kadar doğru?” demiş ihtiyar.

Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile ülkeye saldırmış. Kral eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. İhtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkan yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, yine ihtiyara gelmişler. “Yine haklı olduğun kanıtlandı. Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer”. “Siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar. “Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde… Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Tanrı biliyor.”